Browsing by Author "KESER, Ulvi"
Now showing 1 - 9 of 9
Results Per Page
Sort Options
Item 11 EYLÜL 2001’DEN GÜNÜMÜZE TÜRK-AMERİKAN İLİŞKİLERİ VE ABD’NİN TÜRK DIŞ POLİTİKASINA ETKİLERİ(2013-05-21) EROL, Fatma Tuğçe; KESER, Ulvi“11 Eylül 2001’den Günümüze Türk-Amerikan İlişkileri ve Amerika’nın Türk Dış Politikasına Etkileri” başlıklı bu tez çalışması, Soğuk Savaş sonrası uluslararası milat olarak nitelendirilen 11 Eylül olaylarının hem ABD hem de Türkiye’deki yankılarını ele alarak iki ülke arasındaki ilişkilerin birbirlerine olan etkilerini araştırma amacıyla oluşturulmuştur. ABD’de Dünya Ticaret Merkezi’ne ve Pentagon’a gerçekleştirilen saldırılar, 2001’den itibaren George Walker Bush yönetiminin ciddi ve yıkıcı kararlar almasına yol açmıştır. Bu kararlar doğrultusunda birtakım önyargılar tekrar uyandırılmış ve Orta Doğu’nun akıbeti hakkında tasarlanan planlar işlemeye başlamıştır. Müttefiki Türkiye’nin teröre karşı destek amaçlı yanında olduğu ABD, Afganistan ve Irak işgallerinden sonra yoğunlaştırdığı dış politikasına ve yeni işgal stratejileri geliştirerek yön verdiği ‘yeni dünya düzeni’ne uygun bir politika benimsemiştir. ABD’nin diyalog ortamı yaratmadan gerçekleştirdiği 2.Körfez Savaşı’yla beraber Türkiye dâhil birçok devlet müdahaleci dış politikaya karşı bir tutum sergilemiştir. Bunun sonucunda Türkiye ile ABD arasında 1 Mart Tezkeresi sorunu yaşanmış, ilişkilere ABD penceresinden bakıldığında bir hayal kırıklığının oluştuğu görülmüştür. ABD’nin stratejilerinin bir parçası olarak Kuzey Irak Kürtlerinin Türkiye sınırlarına yerleştirilmesi zamanla PKK’nın güçlenmesine yol açmış, bu durum da ABD ile olan ilişkileri sekteye uğratmıştır. Büyük Orta Doğu Projesi’nde önemli ülke haline gelen Türkiye’yle ABD arasındaki ilişkiler yoğunlaşmaya başlamıştır. ABD’nin 11 Eylül sonrası Orta Doğu’yu hedef olarak belirleyerek egemenlik alanını genişletme çabaları kapsamında başlattığı medeniyetler arası savaş, barışa ve devletlerarasındaki huzura zarar veren İslamofobi kavramını yeniden diriltmiştir. Dünya,-özellikle İslam coğrafyası- büyük bir karmaşanın içerisine çekilmiş, bir dargın bir barışık devam eden Türk-Amerikan ilişkileri Barack Obama döneminde nispeten daha ılımlı bir seviyelerde seyretmiştir. Tezin yazımında kitap, makale, tez gibi kaynakların yanı sıra 11 Eylül belgeseli Loose Change’den, internet kaynaklı düşünce kuruluşlarının web sitelerinden, gazete, televizyon haberleri (yerli ve yabancı basın) ve haritalardan yararlanılmış, ayrıca Türk-Amerikan ilişkileri kapsamında Ermeni Sorunu’nun aydınlatılması amacıyla Prof. Dr. İbrahim Ethem Atnur’la röportaj yapılmıştır.Item AMERİKAN HEGEMONYASININ DEVAMI VE ORTADOĞU’NUN YENİDEN YAPILANDIRILMASI ARASINDAKİ POZİTİF KORELASYON(2013-04-21) DURAN, Ali; KESER, Ulvi21. yüzyılın başında 11 Eylül 2001’de yaşanan terör olayı sonrası İslami terör ile mücadele merkezli oluşturulan ABD dış politikası çerçevesinde Afganistan ve Irak işgal edilmiş, tüm Müslümanlar için potansiyel terörist algısı yaratılmıştır. 2008 yılına gelindiğinde Irak’ta artan İran etkisi ve Afganistan’da yürütülen mücadelenin somut bir sonuç vermemesi bir de üstüne üstlük tüm bu mücadelelerin yürütülebilmesi için yapılan harcamaların diğer etkenler ile birlikte ABD ekonomisini krize itmesi ve yürütülen bu politikalar sonucu başta Müslüman kitleler olmak üzere tüm dünya halklarında ABD imajının zedelenmesi sonuçları ile karşı karşıya kalınmıştır. Bu tablo karşısında ABD, hegemonyanın devamını esas alan genel stratejisi doğrultusunda hatalı olan dış politik yaklaşımını ve 2008 Başkanlık seçimlerinde yönetimini değiştirmiştir. 2008 Ekonomik krizi, ABD’nin Irak’tan çekilmesi ve 2010 yılında Ortadoğu’da başlayan Arap Baharı süreci kapsamında ABD dış politikasında hissedilen değişiklik; ABD’nin bölgede etkisinin azaldığı, gelişmelerin ABD insiyatifinin dışında gerçekleştiği iddialarını gündeme taşımıştır. ABD yanlısı otoriter liderler olan Hüsnü Mübarek, Salih ve Bin Ali’nin iktidarlarını kaybetmeleri, El Nahda ve Müslüman Kardeşler gibi İslami grupların bulundukları ülkelerde iktidara gelmeleri ise ABD etkisinin azaldığı iddiasını kuvvetlendiren gelişmeler olarak değerlendirilmiştir. ABD’nin 2008 yılında Mısır’da Mübarek sonrası için muhalifler ile görüştüğü, 2006 yılında Suriye’de Esad rejimi muhaliflerine mali destek sağladığı bilgileri bize Arap Baharı sürecine ABD’nin hazırlıksız yakalandığı iddialarının yanlış olduğunu göstermektedir. 1979 İran Devrimi’nde Şah’ın devrilmesine, 27 Mayıs 1960 İhtilali’nde Türkiye’de Menderes iktidarının son bulmasına da ABD yönetimi ses çıkarmamıştır. Kısacası Mübarek, Salih, Bin Ali gibi ABD ile uyumlu liderlerin bölge ülkelerinde görevlerini kaybetmeleri ilk değildir. ABD ile uyumlu politikalar izledikleri sürece bölge ülkelerinde iktidarda kimin olduğunun ABD açısından bir önemi yoktur. Henüz kısa bir zaman geçmiş olmasına rağmen anılan ülkelerde ABD aleyhine radikal bir dış politika değişikliği de söz konusu olmamış, bilakis Libya gibi kazanımlarda olmuştur. ABD’nin küresel hegemonyasının devamı için enerji kaynaklarının ve ulaşım yollarının kontrol altında tutulması hayati öneme sahiptir. Bu durum muhtemel rakipler Çin ve Hindistan’ın hızla artan enerji ihtiyacı ile birlikte düşünüldüğünde bir kat daha artmaktadır. Ayrıca 1970’li yıllarda Bretton Woods sisteminin yıkılmasından sonra Amerikan dolarının küresel para olma vasfını devam ettirmesini sağlayan en önemli etkenlerden birisinin petrolün dolar ile satılması olduğu unutulmamaldır. Ortadoğu’da ABD etkisinin devamı bölgedeki gelişmeleri yönlendirmesi ile paraleldir. Ortadoğu’daki değişimin ABD’nin kontrolü dışında gerçekleşmesi bölgede ABD etkisinin sonu demektir. Bu ise ABD’nin enerji kaynaklarına hakimiyetinin bitmesi, bölgedeki etkisinin kaybolması nedeniyle enerjinin dolar ile satışı sebebiyle küresel mali sistemi elinde bulundurma avantajının sona ermesi yani hegemon statüsünün kaybedilmesi anlamına gelmektedir. Kısacası küresel hegemonya mücadelesinin yapılacağı yer Ortadoğu’dur. Ortadoğu’da etkisini kaybeden ABD’nin tüm dünyade etkinliğini yitireceği bir gerçektir. Ortadoğu’daki değişim ile ABD hegemonyasının devamı arasında pozitif bir korealasyon söz konusudur. Bu sebeple bölgede yer alan ülkelerin kendine özgün koşullarını da esas alarak ABD’nin Ortadoğu’daki değişimi kendi ekseninde şekillendirmeye çalışacağı bir realitedir.Item ARAP BAHARI SÜRECİNDE MISIR(2013-05-21) TANDOĞAN, Ali; KESER, UlviÖzgür ve demokratik bir devlet kurulması talebiyle Tunus’ta başlayan Arap Baharı Mısır’ı derinden etkilemiştir. Mısır, tarihsel kültürel mirası olan çeşitli dini ve etnik gruplarda oluşan bir nüfusu olan bir ülkedir. Tarih boyunca Mısır, Ortadoğu’da ve Kuzey Afrika’da her zaman önemli bir aktör olmuştur. Dolayısıyla Mısır siyasetindeki güncel gelişmeleri tahlil etmek ve anlamak hayati bir önem taşır. Bu nedenle Mısır’ın değişimini daha iyi anlamak için Hüsnü Mübarek rejimine karşı gerçekleştirilen halk ayaklanmasında siyasi aktörlerin ve bürokrasinin sergilediği tutum ve sonuçlar iyi incelenmelidir. Bu çalışma Hüsnü Mübarek’in 11 Şubat 2011 tarihinde görevini bırakmasının ardından oluşan kargaşa ortamındaki yeni siyasi aktörler ve duruşlarını incelemeyi amaçlamaktadır. Ayrıca Mısır devriminin arka planının anlaşılabilmesi için son üç cumhurbaşkanının dönemi, bölgede yaşanan Arap-İsrail savaşları ve iç siyasete yön veren partiler de incelenmiştir. Halk Meclisi ve cumhurbaşkanlığı seçimleri sonrasında ortaya çıkan yeni siyasi düzenin ülke içindeki yeni dengeleri gösteriyor olması bu açıdan dikkate değerdir. Mübarek bürokrasisinin seçim sürecine müdahale etmesi rejimin Mısır halkının talep ettiği radikal değişimlerin hızına ayak uyduramayacağını göstermektedir. Sonuç olarak devrim hale devam etmekte olan bir süreçtir ve yeni siyasi aktörlerin elde ettikleri kazanımları genişleterek korumaya çalışacakları anlaşılmaktadır.Item Doğu Akdeni̇z’de Güvenli̇k ve Kıbrıs Adasının Stratejik Pozisyonu(Atılım Üniversitesi Sosyal Bilimler Dergisi, 2012-07-22) KESER, UlviTürkiye ve KKTC’nin mavi vatanı olan Doğu Akdeniz’in stratejik önemi, özellikle soğuk savaşın ertesinde uluslararası alanda ve bölgede meydana gelen hızlı politik-ekonomik gelişme ve değişimler nedeniyle daha da artmaktadır. Aynı şekilde stratejik konumuna bağlı olarak Türkiye’nin güvenlik bağlamında en hassas dengelerinden birisini oluşturan Kıbrıs adası başta İngiltere ve ABD olmak üzere Yunanistan, Güney Kıbrıs Rum Kesimi ve Avrupa Birliği ülkeleri açısından da stratejik ve askeri önemini korumaktadır. Bugün gelinen noktada özellikle Doğu Akdeniz merkezli olarak yaşanılan doğal gaz krizi, Arap Baharı ve Libya Operasyonu gibi hassas konular bölgeyi bir kere daha uluslararası kamuoyunun gündemine taşımış ve özellikle Doğu Akdeniz coğrafyasında Kıbrıs adasının stratejik önemini ön plana çıkartmıştır. Bütün bunların yanında bugün İngiltere, ABD, AB ülkeleri ve Birleşmiş Milletlere bağlı askeri güçler Kıbrıs’ta farklı nedenlerle de olsa görev başındadır. İskenderun Körfezi’ne doğru uzanan bir uçak gemisine benzetilen coğrafi özellikleriyle ada her dönem stratejik önem ve özelliğini korur. Bu çalışma kapsamında Doğu Akdeniz genelinde Kıbrıs eksenli olarak bölgenin stratejik önemi ve son dönem güvenlik durumu irdelenecektir.Item İNŞACILIK KURAMI BAĞLAMINDA ADALET VE KALKINMA PARTİSİ’NİN FİLİSTİN SORUNUNA YAKLAŞIMI: 2002-2012(2014-08-08) ÇAKMAKCİ, Çağatay; KESER, Ulvi"İnşacılık Kuramı Bağlamında Adalet ve Kalkınma Partisi'nin Filistin Sorununa Yaklaşımı: 2002-2012" başlıklı bu tez çalışması, 2002 yılından bu yana iktidar olan Adalet ve Kalkınma Partisi'nin dış politika yaklaşımını Filistin sorunu örneğinde incelemek amacıyla oluşturulmuştur. Soğuk Savaş sonrası kimlik, kültür ve değerler gibi devletlerarası ilişkilerin sosyal yönüne vurgu yapan inşacı kuram AKP'nin Filistin sorununa yönelik yaklaşımını anlamak adına referans kuram olarak tercih edilmiştir. Adalet ve Kalkınma Partisi'nin 2002 yılında seçimleri kazanarak tek başına iktidar olması, Türk siyasal hayatında önemli bir değişim başlatmış ve bu değişim Türk dış politikasına da yansımıştır. Adalet ve Kalkınma Partisi çok boyutlu ve pro-aktif dış politika anlayışını geliştirerek Türkiye'nin bölgesel ve küresel açıdan önemli bir aktör olamsını amaç edinmiştir. Bölgesel ve küresel sorunlarda aktif bir dış politika yürüten Adalet ve Kalkınma Partisi, özellikle Ortadoğu bölgesindeki sorunlarda etkin olmaya çalışmıştır. Ortadoğu'da yaşanan ve küresel açıdan da uluslararası politikada önemli bir sorun olarak öne çıkan Filistin Sorunu, Adalet ve Kalkınma Partisi'nin aktif dış politika yürütmeye çalıştığı en önemli örneklerden biri olmuştur. Türkiye, Filistin sorununda, İsrail'in Filistin politikasına karşılık, zamanla Filistin lehine politikalar yürütmeye başlamış, bu politika Davos Krizi, Alçak Koltuk Krizi ve Mavi Marmara saldırısı ile giderek açıklık kazanmıştır. Böylece Türkiye, Filistin sorununa yönelik ürettiği politikalar nedeniyle zamanla Filistin sorununun ana aktörleri arasında yer almıştır.Item KIBRIS SORUNUNDA AVRUPA BİRLİĞİ’NİN ROLÜ (1990-2004)(2014-08-07) HATİP, Emine; KESER, Ulvi“Kıbrıs Sorununda Avrupa Birliği’nin Yeri (1990-2004)” başlığını taşıyan bu çalışmada AB’nin Kıbrıs konusunda oynadığı role değinmektedir. Çalışmada özellikle 1990-2004 dönemine yoğunlaşılmıştır çünkü söz konusu dönemde AB Kıbrıs konusunda başta belirlediği tarafsızlığını yitirerek belirleyici bir konuma gelmiştir. Sonuçta 2004 yılında bölünmüş bir Kıbrıs AB üyesi olmuştur. Çalışmanın ilk bölümünde Kıbrıs sorununun köklerine inilmiş, nasıl ortaya çıktığı ve zaman içinde nasıl gelişme gösterdiği anlatılmaya çalışılmıştır. Bu çerçevede Kıbrıs sorununun şekillenmesinde rol oynayan BM, ABD, İngiltere faktörleri de incelenmiştir. Çalışmanın ikinci bölümünde Kıbrıs ile AB arasındaki ilişkilerin geçmişi incelenmiştir. Kıbrıs ile AB arasındaki ilişkiler İngiltere’nin 1961’de AET’ye tam üyelik başvurusu yapmasına paralel olarak gelişmiştir. 1970’lerde Kıbrıs Rum Kesimi AET ile Gümrük Birliği Anlaşması imzalamıştır. Çalışmada Kıbrıs’ın AB üyeliği hem siyasi yönden hem de hukuksal açıdan incelenmiştir. Bu çerçevede GKRY’nin tam üyeliğine karşı Türk ve Rum görüşleri uluslararası hukuk uzmanlarının raporları çerçevesinde karşılaştırılmıştır. Yine aynı bölümde AT/AB’nin Kıbrıs konusuna bakış açısı incelenmiştir. 1990’lara kadar Kıbrıs sorununa adil ve kalıcı bir çözüm bulabilmek için BM Genel Sekreterinin çözüm yönünde attığı adımları güçlü bir şekilde desteklemiştir. Fakat 4 Temmuz 1990 tarihinde GKRY’nin tam üyelik başvurusu üzerine Avrupa Topluluğu Kıbrıs’ın “Avrupalılığı”nı ve tam üyeliğe ehil olduğunu kabul ettikten sonra sorunun çözümü ile tam üyelik arasında bağ kurulmaya başlanmıştır. Tam üyelik başvurusunun yapıldığı dönemde uluslararası toplumda sorunun çözümleneceği yolunda bir iyi niyet oluşmuştur. Oysa ki AB Kıbrıs Rum tarafının tam üyelik başvurusunu adanın jeostratejik öneminden dolayı kabul etmiştir. AT/AB söz konusu bu önemli bölgede kendi çıkarlarını belirleyici bir konuma geleceğinin hesabını önceden yapmıştı. Çalışmanın üçüncü ve son bölümünde Kıbrıs konusunda AB’ye tam üye olan Yunanistan’ın politikası ve Annan Planı incelenmiştir. 1981 yılında Yunanistan’ın AB’ye tam üye olmasıyla birlikte Kıbrıs konusu AB’nin bir iç meselesi haline getirilmeye çalışılmıştır. Kıbrıs Rumları AB’ye tam üyeliğin aynı zamanda “Enosis” in gerçekleştirileceği anlamına geleceğini düşünmüşlerdir. Yunanistan’ın da güçlü desteğiyle Kıbrıs sorunu AB platformlarına taşınmıştır. Kıbrıs’ın tam üyeliğine AB’nin bazı ülkelerinden olumsuz sesler yükselmeye başladığında Yunanistan, veto hakkına dayanarak, Merkez ve Doğu Avrupa ülkelerinin Birliğe tam üyeliğini engelleyeceğini dile getirmiştir. Kıbrıs sorununun çözümüne yönelik bugüne kadar hazırlanmış en kapsamlı son BM planı Kasım 2002’de dönemin BM Genel Sekreteri Kofi Annan tarafından “Annan Planı” adıyla taraflara sunulmuştur. Çalışmada bu Planın olumlu ve olumsuz yanları ve neden Rumlar tarafından reddedildiği incelenmiştir. Sonuç olarak AB’ye üye olma sürecinde Kıbrıs sorununa bir çözüm bulunamamış ve Kıbrıs Mayıs 2004’te bölünmüş bir ada olarak AB’ye tam üye olmuştur.Item MARE NOSTRUM; UYGARLIĞIN MERKEZİ-I(Bilim ve Teknoloji, 2013-04-12) KESER, UlviMısırlılardan günümüze kadar gelen, Roma İmparatorluğu’nun büyüme döneminde sıkça kullanılan ve özellikle İkinci Dünya Savaşı sürecinde Adolf Hitler’in izinden giden Benito Amilcare Andrea Mussolini’nin yayılmacı politikasını Mare Nostrum’la süsleyip 20. yüzyılın İtalya’nın yılı olacağını hayal etmesiyle ön plana çıkan “Bizim Deniz” ifadesi kadar dünya uygarlık tarihini, siyasetini ve bugününü meşgul eden bir başka ifade neredeyse söz konusu değildir.Item MARE NOSTRUM; UYGARLIĞIN MERKEZİ-II(Bilim ve Teknoloji, 2013-04-19) KESER, UlviDünyanın Yedi Harikası olarak bilinen Keops Piramidi, Babil’in Asma Bahçeleri, Zeus Heykeli, Rodos Heykeli, İskenderiye Feneri, Halikarnas Mozolesi (Bodrum), Artemis Tapınağı (Efes) gibi muazzam yapıların tamamına ev sahipliği yapan, Ashab-ı Kehf olarak da bilinen Yedi Uyuyanlar Efsanesi’nin dünyada görüldüğü yerlerin (Afşin, Tarsus, Selçuk, Lice, Karakum/KKTC, Mısır vb) tamamının Akdeniz coğrafyasında bulunduğu, mitolojide Homeros’un “birçok doruğu olan, bulutların altında tanrıların havayı soludukları yer” dediği Olimpos adı verilen tanrıların evinin Kıbrıs ve Yunanistan dışında Anadolu coğrafyasında başta Beydağları ve Kaz (İda) Dağları olmak üzere 20’den fazla yerde olduğu göz önüne alınacak olursa, tarihin babası Herodot’un bir Akdenizli olduğu, Halikarnas Balıkçısı olarak bilinen Türk edebiyatının en büyük Akdeniz yazarlarından Cevat Şakir Kabaağaçlı’nın Bodrum’a adını veren Halikarnasos’la aynı havayı soluduğu hatırlanırsa Akdeniz’in yerelle evrenseli kucakladığı görülecektir.Item NEDEN OKUMUYORUZ?(Bilim ve Teknoloji, 2013-01-25) KESER, UlviBüyük devlet olma bağlamında siyasi, coğrafi, kültürel, tarihi geçmişimizle dünyanın sayılı ülkeleri arasındayız. Bilgi ve teknoloji çağında imkânlar dünle mukayese edilemeyecek kadar geniş ve yaygın. Bilgiye ulaşmak son derece kolay, halk kütüphanelerinden üniversite araştırma merkezlerine, ihtisas kütüphanelerine kadar her yer “bilgiye aç” insanların hizmetinde; ancak Milli Kütüphane’nin salonlarını genellikle üniversiteye hazırlananlarla sınavlara çalışan öğrenciler dolduruyor. Dünyanın en zengin arşiv, kütüphane ve kaynaklarına ise neredeyse hiç kimse bakmıyor. Bugün gelinen noktada Sayın Turgut Özakman’ın Çanakkale Diriliş Üçlemesi gibi birkaç kitap dışında kitaplar sadece 5.000 basıyor, yıllar sonra aradığınız kitabı hala kitapçılarda bulabiliyorsunuz. Öğrenci yorgun, bezgin, isteksiz; öğretici ve aileler okumanın sadece “boş zamanlarda” yapılacağı gibi bir kanaate sahip.